"Başarı dediğin insanı ezip apartman ve fabrika kurmaktır."
Can Yücel
Ocak, 2000
Dar, alçak tavanlı bir dükkân… Her yanı raflarla çevrili… Her bir rafta onar yirmişer kitaptan oluşan üstleri tozlu bloklar. Rafların arasına serpiştirilmiş gibi duran iki küçük tabure ve bir adet tahta masa… Hepsinin sahibi işte oradaki adam. Ayağa kalksa başı tavana çarpacakmış gibi gelir insana. Gününün büyük kısmını burada, o minik taburelerde geçirdiğinden beli eğrilmiştir. Yüzü muntazam kırışmıştır, yaşlıdır ama o eski havasından bir şey kaybetmemiştir. Tahta masası daima düzenlidir. Okuduğu iki kitap, öteyi beriyi kaydettiği bir adet defter ve paraları koyduğu küçük bir kasa… Hesap makinesine ihtiyaç duymaz, gerekirse yanındaki dükkândan alıverir. Burayı babasından devralmıştır, az ilerideki büyük üniversitede iktisat okumuştur hâlbuki yıllarca. Okumuştur okumasına da, mezun olamamıştır. Kovulmuştur çünkü. Şimdi, “suç ortaklarıyla” bu küçük dükkânda buluşmuştur. Kitapları… Meteliğe kurşun attıran işi, en bıkkın zamanlarında onu yaşadığı dakikalara sımsıkı bağlayan hobisi, ayrıldığı sevgilisi, dertleştiği dostu kitaplar… “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”ndeki bilge saatçiye göre her saat kendi zamanını ve hayatını yaşayan bir canlıdır. Bizim kitapçımız da bu saat-saatçi ilişkisinin benzerini kurar dört bir yanını sarmış bu sayfalarla. Eski bir kitapçıdır burası, İstanbul’un –eskiye nazaran kirlenmiş- semti Beyazıt’ta. Her sabah, yavaş adımlarla geçer meydanı usulca. Dükkânına giderken hep heyecanlı olur kitapçı, otuz yıldır her sabah aynı heyecan. Saat onda açar dükkânını, bir dakika sektirmez. Kitapların ferahlatıcı kokusu içeriye sinmiştir. Yerdeki parkelere dahi hakimdir sayfaların koyu sarı tonu. Sadece eski kitapları satmaz, yenilerine de açıktır. Her çıkan kitabı takip etmeye çalışır. Eski klasikleri, büyük Rus yazarlarını veya Yeni Kıta’dan çıkan yazarları beğenir, Türk yazarlarının hakkını yemeden. Yaşar Kemal’den “İnce Memed” favorisidir… Tutkudur onu buraya bağlayan… Bir çocuğun ilk oyuncağına duyduğu, bir genç kızın ilk sevişmesinde hissettiği tutku gibi… Bir yazarın yazmak istemesindeki tutku gibi karşılıksız, saf bir duygu… Bugünlerde, diğer dükkânların parlak vitrinlerini bilgisayar kitapları süslemeye başlamıştır. Hepsinin yanında “Office kitabı geldi!”, “Adım adım internet kitabı geldi!” gibi büyük yazılar göze çarpmaktadır. Eskiye rağbet olsa, bizim kitapçının dükkânına nur yağacaktır da… Onun bilgisayarla ilgisi yoktur, bilgisayarı da yoktur. Merak etmektedir ama, bir kitapta okumuştur, şu internet ne menem şeydir! Bir gün, öğle yemeği bahanesine, çıkar dükkânından. Başını önüne eğer, paltosunun yakalarını havaya diker. Şapkasını da alır, doğru karşıda yeni açıldığını duyduğu internet kafeye doğru ilerler. Adımları çekingendir. Hayatı boyunca aynı şeyleri yemiş bir adamın yeni bir tatla tanışmasındaki o ilk ürkeklik vardır üstünde… O yıllarda yoktur öyle her evde bir internet, tüm cemaat bu küçük kafeye toplanmıştır. Yan yana masalarda sıkış tepiş oturan genç erkekler, belli ki önemli işleri var veyahut bu bilgisayar bir suç işlemiş onlara karşı… Başka türlü nasıl basılır ki böylesine sert sert, kırarcasına, o tuşlara? Kitapçı; en köşeye gider, arkasındaki –kafenin sahibi- gençten yardım ister. Genç, ona kısa sürede temel bir internet eğitimi verir. Kalkarken internetin saatinin “iki milyon lira” olduğunu hatırlatır. Kitapçı; oradan kalkıp dükkânına geri döndüğünde neredeyse akşam olmuştur. Ertesi akşam yine gider, öğrenmelidir. Ve o akşam, gazetede gördüğü bir haberi merak ederek tuşlar klavyeyi aksak aksak… “www.amazon.com” Söylendiği gibi, gerçekten, kitap mı satıyordur burası? İngilizcesi de yoktur, pek bir şey anlamaz. O gece uyuyamaz kitapçı. “İnternetten kitap mı alıyorlar? Yahu olur mu öyle şey? İnsan koklamadan, dokunmadan, sayfaları şöyle bir karıştırmadan kitap alabilir mi?” Kitapçı “Yok artık!” Diye düşünür… “Oldu olacak, yemeğimizi de internetten söyleyelim…” Yok artık! Olur muydu öyle şey! Bir şey yapmalıydı! Ertesi gün belki de ilk kez gecikti dükkâna. Uykusunu alamamıştı, uyuyamamıştı ki! O gün, sürekli müşterilerinden olan, yirmilerinde bir kız geldi. Kitapçı, bir iki hoşbeşten sonra dayanamadı interneti olup olmadığını sordu. Kız olumlu yanıtlayınca, esas meseleye geldi. Kızı masasına çağırdı, oturmasını istedi, sonra sağına ve soluna baktı usulca. “Amazon…” diye fısıldadı. “İnternette bir site varmış. Biliyor musun sen onu?” Kız utangaç, “Biliyorum, ama bu söylediğim kitabı orada da bulamadım, sizde de yok madem…” Dedi ve kaçtı! Evet, kaçtı kız! Koşarcasına uzaklaştı… Kitapçı olduğu yere çöktü. Aldatılmıştı…
Yıllar geçti… Kitapçının müşterisi azaldı. Satışlar iyi gitmiyordu. Türk versiyonları çıkmıştı şimdi bir de Amazon’un. “Mübarek, her gelişmeye pek çabuk adapte olurmuşuz gibi, bunu hemen benimseyiverdik!” Sayıları artıyordu sanal okuyucuların da, kitapçıların da. Kitapçıya tek tük uğranır oldu. 90’larda bir rivayettir gidiyordu, ana haber bültenlerinde bile bundan bahsediliyordu ciddi ciddi: Arabalar uçacaktı “milenyum”da. Bildiğiniz, havadan gidecekti yani şaka falan değil! İnsanların beklediği gibi arabalar durup dururken havalanmamıştı 2000’lerde, sırf yılın sayısı yuvarlak bir rakama denk geldi diye… Bu teknoloji budalası hiçbir boka yaramamıştı da, olan onun küçük sevimli dükkânına olmuştu. Elin amazonu onun yerini almıştı. Kitapların kokusunu çekti içine…
Hepsi hepsi, eski bir yığın önünde, yarını meçhul, ikinci el üzüntüler hakim oldu dünyasına. Dükkânından çıktı, pasajda çay kaşıklarının bardağın içinde dans ederken çıkardığı melodiyi ve tavla zarlarından gelen o davetkâr sesi dinledi bir süre…
Bir ay sonra dükkânını kapadı, yerine bir internet kafe açıldı. Yerine açılan internet kafede bir iş buldu kendisine. Şimdi bir bilgisayarı vardı, yazıcısı ve başucu kitabı… Amazona girdi, elinde kalan kitaplarının bir listesini çıkarmıştı, listedekileri bir bir satışa koymaya başladı… Anlaşılan uzun sürecekti işi, internetten yemeğini söyledi, klavyenin boşlukları arasında kaybolup gitti…
**
küçük not: fikir babalığı yaptığı için büyük insan, yüce karakter silvyo'ya teşekkürlerimi iletiyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder