İçmek istiyorum… Öyle bira, votka falan değil. Ağır ağır rakı içmek. Birer duble, birer duble… Yavaş yavaş… Her yudumda boğazımı hafifçe yakmasını istiyorum… “İşte bak, suyun rengi beyazdır!” diyebilmek… Karşıma bir Anadolu manzarası almak… Hafif bir esinti… Esinti hafif olsun da, havanın soğuğu sert olsun. Üşümek istiyorum. Elime bir kitap… Can Baba da olur, Atilla İlhan da… Bir yanda arkadan hafif bir müzik. Türkçe sözlü hafif batı müziği dediklerinden değil. Harbi müzik. Hayal ediyorum. Sanatçılar sıralanmış. Hepsi de gidenlerden. Kazım var, Manço var… Onno üstat var ama o söylemiyor. Şimdi… Buradalar… Yetmiyor, gitmek istiyorum. Yanıma üç beş arkadaş alıp gitmek. Eğlenmek istemiyorum, gülmek de… Bazen gülmeden de mutlu olabilir insan. Hatta gülmeden de mutlu olmayı başarıyorsa işte o zaman “baba”dır “büyük”tür o kişi. Yağmur yağmaya başlıyor. Ben küçücük vücudumu bir köşeye sıkıştırıyorum, üşümem yerini ıslaklığa bırakmış. Karşıdan bir kalabalık geliyor. Gelenler kocaman olduğu için seçiliyor rahatlıkla. Bense ıslak, kuytu bir köşede, küçücük. Görmüyorlar bile beni. Çıkıyorum. Yağmur diniyor. Gülümseme yok yine ama rahatlık var. Yalnızca bir kadeh istiyorum, küçük ince belli bir kadeh! Yalnızca… Yalnızlık…
Yalnızlık değil de tekbaşınalık kokmalı masalar böyle gecelerde.. İnsan aradığını bulamasa da hep aramadıkları mı olmalı yanında... bir kadeh de bana doldur, sana yakın, masaya uzak, rakıya yakın hasrete uzak bir köşede oturup içeyim ağır ağır.. Kazım söylesin biz dinleyelim, sonra yine Kazım söylesin biz dinleyelim.. Bunca zaman susmadık hiç.. Bİz susalım, gece konuşsun... Dostluk da beyazdır su gibi, içimi güzel, o yüzden der büyükler su gibi olsun ömrün diye...
YanıtlaSil