11 Ocak 2009 Pazar

Yazlığı olmayan çocuk



Karşısındaki bıyıklı ve göbekli adam ona gülmedi, sevmezdi onu. Neden öğretmenlerin çoğu gözlüklü olurdu? Ya da neden gözlük takmış insanlara daima bir “çok okumuşluk” havası hakimdi? Düşünecekti bunu. Önce düşünmesi gereken başka bir şeyi vardı. İhsan Bey kendisine beyaz, ince bir kağıt uzatıyordu şimdi. Ona İhsan Bey demeyi annesinden öğrenmişti. Sınıf öğretmenine bu şekilde hitap etmesi, ona kendisini büyük hissettiriyordu. Bir dakika! Bu kağıtta bir eksik vardı. Niye bembeyazdı ki bu kağıt? Diğerlerinin üzerinde en azından kırmızı bir kurdele vardı? O da istedi! “Benim kurdelem nerede?” “Senin kurdelen yok, gelecek sene çok çalışırsan senin de olur.” O sırada İhsan Bey’in arkasından gülen şişman çocukla göz göze geldi. Kırmızı kurdelesini annesine sarılırken sallıyordu. Pis pis sırıttı Efe’ye ve annesinin elinden tutarak çıktı sınıftan. Efe’nin annesi gelmemişti, işi vardı, Efe kusura bakmasındı. Dersleri iyi değildi; amma kafası iyi çalışırdı Efe’nin. Saçları gözlerini kapatıyordu. Kısa bir boyu vardı, herkes tatlı olduğunu söylerdi, cazibesini tatlılığından alıyordu öyleyse. Eve gitti, karnesini sakladı. Annesi buldu karnesini, bunu bile becerememişti. Kızdılar Efe’ye, çok kızdılar. Efe anlamıyordu. Bir hafta dışarı çıkması yasaklandı. Zaten sonra da tatile çıkacaklardı. Her yaz yaparlardı bunu. Bir hafta sonra dışarı çıktı Efe. Dışarıda hiçbir arkadaşını bulamadı. Bir tek o şişko çocuğu görür gibi oldu, bir duvarın arkasına gizlendi. Küçücüktü Efe, kolay saklandı. Neredeydi tüm arkadaşları? Sonradan öğrendi, herkes yazlığına gitmişti… Yazlık… Hiç yazlığı olmamıştı Efe’nin, dokuz yaşındaydı ve dokuz yıldır bir yazlığı yoktu. Her yıl giderdi arkadaşları yazlığa. O da giderdi tatile. Bir otele giderlerdi. “Otel çocuğu”ydu o. Tatil köyüne bile gitmezlerdi. Annesi, babası herhangi bir iş yapmak istemezdi tatilde. Zaten bir haftalık bir tatilleri olurdu, onu da iş yaparak geçiremezlerdi. Yoğun insanlardı onlar. Efe’nin aksine çalışkanlardı. Efe kendinden utanırdı kimi zaman. Kurdele bile alamamıştı, halbuki çok fiyakalı görünüyordu. Kırmızı ve parlak… Eylül ayında okul açılırdı. Arkadaşları yazlıktan bahsederken o başka bir köşeye geçerdi. Yıllar geçmeye başlamıştı, her şey değişmişti Efe’nin hayatında. Annesinin işi, babasının işi, çok sevdiği çikolatanın fiyatı, okuduğu kitapların kalınlığı… Hatta… Hatta bir de kardeşi olmuştu ufacık. Değişmeyen iki şey kalmıştı hayatında. Hala kurdele alamıyordu, ve hala bir yazlığı yoktu, yazlık muhabbetlerine giremiyordu. Plajda ateş yakıp kızlarla oturamamıştı hiç, onun gittiği otellerde hep turistler vardı, yabancı dili yoktu Efe’nin. “Arkadaşlarla toplaşıp” haylazlıklar yapamamıştı, gitar çalamamış, denize nasıl artistik daldığını gösterememişti kimseye. Oysa iyi dalardı, iyi yüzerdi. Yaz aşkı da olmamıştı. Tüm aşkları “şehir aşkları”ydı onun. Fazla da aşk yaşamışlığı yoktu zaten… Büyüdükçe çevresinde yazlığı olmayan tek kişinin kendisi olmadığını anladı, çoktular, birleşip büyük bir güç haline gelebilirlerdi. Yapmadı, böyle aktif bir rol üstlenemezdi. Bir şey daha fark etti sonra. Yazlığı olmayanlar en azından arkadaşlarının yazlıklarına gidiyorlardı. Efe, bunu da yapmamıştı. Bir dakika yahu, kimse onu çağırmamıştı ki! Üzüldü, odasına kapandı. Yemeğe inmedi. On beş yaşındaydı, bir yandan sınıftaki sarışın afete aşık oluyordu. Yazlığı olsa, en azından oradan bir muhabbete girebilirdi. Hem, belki –bir ümit- aynı sokakta bile olurdu yazlıkları. Yoktu, artık kurdele de verilmiyordu, şimdi başka bir kağıt veriliyordu. “Teşekkür belgesi” adı altında bir şükran sunumu… Onu da alamıyordu ki… Büyüdü Efe, o kıza açılamadan büyüdü. Özgüvensizlikle büyüdü, hep köşesinde, hep saçlarıyla gözlerini saklayarak büyüdü. Okul bitti… Bir iş buldu güç bela… Evlenemedi, çocuğu da olmadı. Yıllarca para biriktirdi bir köşede Efe… Bir yazlık aldı sonra, en güzel yerden, denize sıfır. Çok güzeldi yazlığı, komşular imrendiler. Akşam çaya geldiler. Efe onlara en güzel kekleri yaptı, pek de hamarattı. Komşular evin girişindeki koca kırmızı kurdelenin çok tatlı olduğunu söylediler. Gülümsedi, teşekkür etti. O gece komşular evlerine gitti. Sallandılar. Yıkılmadılar. Deprem olmuştu. Ertesi gün komşuları taşındı oradan. Satacaklardı o evi, uğursuzdu orası. Bir kez daha yalnız kaldı Efe… Kurdelenin altına oturdu, sessizliği dinledi. Yazlığı olmayan çocuktu o… Hüzün yakışıyordu ona…
**
Küçük not: bol bol abartı kullanılmıştır, yoksa pek tabidir ki bu dert bile değildir. Ama yazmak da bu yüzden güzeldir.. Fotoğraftaki kardeşim buarada, küçükkene, sevimlidir halen..

1 yorum:

  1. Bahanelerle büyümez çocuklar, yalanla büyümez, acemice eline tutuşturulan bir demet çiçeğin solması gibi kolay değildir büyümek, kandırırlar seni de... Ve senin de büyür göz bebeklerin daha zehir karışmadan kanına, yeni çiçekler ararsın ve onları tutuşturmak için acemi eller.
    Ama bilirim ne kadar gerçekse bildiklerim o kadar yalan olacak yaşadıkların. Seni süslü yalanlarla büyüledikleri dünyandan sahte kokularla zehirleyecekler. Ama çocuk bilirim, bilirim de yediremem içimdeki sessizliğe. Yanımdaki dost ellerin "değmez" dediği o yalana gerçekten hiç değmediği kadar değer vermiştim ben. Bile, bile... Vermiştim de susturmuştu sessizliğim çocukluğumu. Çünkü yalanlar bahanedir ve bahanelerle büyümez çocuklar...

    YanıtlaSil